SAHİH-İ MÜSLİM

Bablar Konular Numaralar  

FİTNE VE KIYAMET ALAMETLERİ BAHSİ

<< 2937 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

110 - (2937) حدثنا أبو خيثمة، زهير بن حرب. حدثنا الوليد بن مسلم. حدثني عبدالرحمن بن يزيد بن جابر. حدثني يحيى بن جابر الطائي، قاضي حمص. حدثني عبدالرحمن بن جبير عن أبيه، جبير بن نفير الحضرمي؛ أنه سمع النواس بن سمعان الكلابي. ح وحدثني محمد بن مهران الرازي (واللفظ له). حدثنا الوليد بن مسلم. حدثنا عبدالرحمن بن يزيد بن جابر عن يحيى بن جابر الطائي، عن عبدالرحمن بن جبير بن نفير، عن أبيه، جبير بن نفير، عن النواس بن سمعان، قال:

 ذكر رسول الله صلى الله عليه وسلم الدجال ذات غداة. فخفض فيه ورفع. حتى ظنناه في طائفة النخل. فلما رحنا إليه عرف ذلك فينا. فقال "ما شأنكم؟" قلنا: يا رسول الله! ذكرت الدجال غداة. فخفضت فيه ورفعت. حتى ظنناه في طائفة النخل. فقال "غير الدجال أخوفني عليكم. إن يخرج، وأنا فيكم، فأنا حجيجه دونكم. وإن يخرج، ولست فيكم، فامرؤ حجيج نفسه. والله خليفتي على كل مسلم. إنه شاب قطط. عينه طافئة. كأني أشبهه بعبدالعُزَّى بن قطن. فمن أدركه منكم فليقرأ عليه فواتح سورة الكهف. إنه خارج خلة بين الشام والعراق. فعاث يمينا وعاث شمالا. يا عباد الله! فاثبتوا" قلنا: يا رسول الله! وما لبثه في الأرض؟ قال "أربعون يوما. يوم كسنة. ويوم كشهر. ويوم كجمعة. وسائر أيامه كأيامكم" قلنا: يا رسول الله! فذلك اليوم الذي كسنة، أتكفينا فيه صلاة يوم؟ قال "لا. اقدروا له قدره" قلنا: يا رسول الله! وما إسراعه في الأرض؟ قال "كالغيث استدبرته الريح. فيأتي على القوم فيدعوهم، فيؤمنون به ويستجيبون له. فيأمر السماء فتمطر. والأرض فتنبت. فتروح عليهم سارحتهم، أطول ما كانت ذرا، وأسبغه ضروعا، وأمده خواصر. ثم يأتي القوم. فيدعوهم فيردون عليه قوله. فينصرف عنهم. فيصبحون ممحلين ليس بأيديهم شيء من أموالهم. ويمر بالخربة فيقول لها: أخرجي كنوزك. فتتبعه كنوزها كيعاسيب النحل. ثم يدعو رجلا ممتلئا شبابا. فيضربه بالسيف فيقطعه جزلتين رمية الغرض ثم يدعوه فيقبل ويتهلل وجهه. يضحك. فبينما هو كذلك إذ بعث الله المسيح ابن مريم. فينزل عند المنارة البيضاء شرقي دمشق. بين مهرودتين. واضعا كفيه على أجنحة ملكين. إذا طأطأ رأسه قطر. وإذا رفعه تحدر منه جمان كاللؤلؤ. فلا يحل لكافر يجد ريح نفسه إلا مات. ونفسه ينتهي حيث ينتهي طرفه. فيطلبه حتى يدركه بباب لد. فيقتله. ثم يأتي عيسى ابن مريم قوم قد عصمهم الله منه. فيمسح عن وجوههم ويحدثهم بدرجاتهم في الجنة. فبينما هو كذلك إذ أوحى الله إلى عيسى: إني قد أخرجت عبادا لي، لا يدان لأحد بقتالهم. فحرز عبادي إلى الطور. ويبعث الله يأجوج ومأجوج. وهم من كل حدب ينسلون. فيمر أوائلهم على بحيرة طبرية. فيشربون ما فيها. ويمر آخرهم فيقولون: لقد كان بهذه، مرة، ماء. ويحصر نبي الله عيسى وأصحابه. حتى يكون رأس الثور لأحدهم خيرا من مائة دينار لأحدكم اليوم. فيرغب نبي الله عيسى وأصحابه. فيرسل الله عليهم النغف في رقابهم. فيصبحون فرسى كموت نفس واحدة. ثم يهبط نبي الله عيسى وأصحابه إلى الأرض. فلا يجدون في الأرض موضع شبر إلا ملأه زهمهم ونتنهم. فيرغب نبي الله عيسى وأصحابه إلى الله. فيرسل الله طيرا كأعناق البخت. فتحملهم فتطرحهم حيث شاء الله. ثم يرسل الله مطرا لا يكن منه بيت مدر ولا وبر. فيغسل الأرض حتى يتركها كالزلفة. ثم يقال للأرض: أنبتي ثمرك، وردي بركتك. فيومئذ تأكل العصابة من الرمانة. ويستظلون بقحفها. ويبارك في الرسل. حتى أن اللقحة من الإبل لتكفي الفئام من الناس. واللقحة من البقر لتكفي القبيلة من الناس. واللقحة من الغنم لتكفي الفخذ من الناس. فبينما هم كذلك إذ بعث الله ريحا طيبة. فتأخذهم تحت آباطهم. فتقبض روح كل مؤمن وكل مسلم. ويبقى شرار الناس، يتهارجون فيها تهارج الحمر، فعليهم تقوم الساعة".

 

{110}

Bize Ebû Hayseme Züheyr b. Harb rivayet etti. (Dediki): Bize Velîd b. Müslim rivayet etti. (Dediki): Bana Abdurrahman b. Yezîd b. Câbir rivayet etti, (Dediki): Bana Hıns Kadısı Yahya b. Câbir Et-Taî rivayet etti. (Dediki): Bana Abdurrahman b. Cübeyr, babası Cübeyr b. Nufeyr El-Hadramî'den rivayet etti. O da Nevvas b. Sem'an El-Kilâbî'den dinlemiş. H.

Bana Muhammed b. Mihran Er-Râzî de rivayet etti. Lâfız onundur. (Dediki): Bize Velid b. Müslim rivayet etti. (Dediki): Bize Abdurrahman b. Yezid b. Câbir, Yahya b. Câbir El-Tâî'den, o da Abdurrahman b. Cübeyr b. Nufeyr'den, o da babası Cübeyr b.Nufeyr'den, o da Nevvas b. Sem'an'dan naklen rivayet etti. Nevvas şöyle demiş:

 

Bir sabah Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Deccal'ı andı da onun hakkında alçaltına yükseltme yaptı, hattâ onu hurma bahçeliğinde zannettik. Akşamlayın yanına vardığımızda bizdeki bu zannı anladı. Ve:

 

«Haliniz nedir?» diye sordu. Biz :

 

  Ya Resulailah! Sabahlayın Deccal'i andın, onun hakkında öyle alçaltına yükseltme yaptın ki, kendisini hurma bahçesinde zannettik, dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdular:

 

«Daccal'dan başkası sizin namınıza beni daha çok korkutur. Eğer ben sizin aranızda iken çıkarsa, sizin namınıza ona ben galebe çalarım. Ben aranızda yokken çıkarsa, herkes kendi nefsinin galibi olur. Allah her müslüman hakkında benim halifemdir. Bu adam kıvırcık saçlı bir gençtir. Gözü fırlamıştır. Ben onu Abdû'l-Uzaz b Katana benzetir gibiyim. Sîzden ona kim yetişirse, üzerine Kehf suresinin ilk âyetlerini okuyuversin. O, Şam'la Irak arasında bir semtten çıkacak ve sağa sola fesad saçacaktır. Ey Allah'ın kulları, sebat edin!» Biz:

 

  Yâ Resûlallah! Yeryüzünde o, ne kadar kalacaktır? dedik.  

 

«Kırk gün (kalacak). Bir gün bir sene gibi. Bir gün bir ay gibi. Bir gün bir hafta gıoi sair günleri de sizin günleriniz gibi olacaktır.»  buyurdular.

 

  Yâ Resûlallah! Bu bir sene gibi olacak günde, bir günün namazı bize kâfi gelecek mi? dedik.

 

«Hayır! Onun için günün miktarını takdir edin!» buyurdu.

 

  Yâ Resûlallah! unun yeryüzünde sür'ati ne olacak? dedik. «Arkasından rüzgâr esen yağmur gibidir. Bir kavmin üzerine gelerek onları davet edecek. Onlar da kendisine iman edecek ve icabette bulunacaklardır. Gökyüzüne emredecek, o yağmur yağdıracak. Yere emredecek, o da nebat bitirecektir. Akşamleyin deve sürüleri o kavmin yanlarına alabildiğine uzun hörgüçlü ve bol sütlü, böğürleri dolu olarak döneceklerdir. Sonra bir kavme gelerek onları da davet edecek, fakat onun sözünü reddedecekler, o da kendilerinden savuşup gidecektir. Bunlar kıtlık içinde sabahlayacaklar, ellerinde mallarından bir şey kalmayacaktır. (Bu adam) Bir harâbezâre uğrayarak ona dermelerini çıkar, diyecek. Harabenin defineleri arı kovanları gibi hemen arkasına düşeceklerdir. Sonra genç babayiğit bir adam çağıracak ve onu kılıçla vurarak ikiye bölecek, her parçayı bir ok atımı yere fırlatacaktır. Sonra bu adamı çağıracak. Adam ona gülerek yüzü parlar bir halde gelecektir. O bu halde iken anîden Allah, Mesih b. Meryem'i gönderecektir. Mesih, Dimeşk'in doğusundaki Akminareye iki boyalı elbise içinde, elini iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak inecek. Başını eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman ondan inci gibi gümüş taneleri yuvarlanacaktır. Onun nefesinin kokusunu duyan her kâfir mutlaka ölecektir. Nefesi de gözünün gördüğü yere varacaktır. Mesih bu adamı arayacak, nihayet ona Lüd kapısında yetişerek öldürecektir. Sonra Meryem oğlu isa'ya bu adamın şerrinden kendilerini Allah'ın koruduğu bîr kavim gelecek. İsa onların yüzlerini silecek, onlarla cennetteki derecelerine göre konuşacaktır. O bu halde iken Allah İsa'ya: Ben öyle bir takım kullarımı çıkardım ki, onları öldürmeye hiç bir kimsenin eli varmaz. Imdi sen benim kullarımı Tûr'a götürerek koru, diye vahy indirecek ve Allah Ye'cuc'u Me'cuc'u gönderecektir. Bunlar her tepeden sür'atla sızacaklardır. Bu suretle öncüleri Taberiye gölüne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler. Son gelenleri oraya uğrayacak ve : Bu gölde bir zamanlar hakikaten su vardı, diyeceklerdir.. Nebiyyullah Isâ ile arkadaşları muhasara edilecek hattâ onlardan birine bîr öküz başı, sizden birinize bugün yüz altından daha makbul olacaktır. Bunun üzerine Nebiyyullah İsa ile arkadaşları (Allah'a) niyaz edecekler. Allah da Ye'cuc Me'cuc'un üzerine, boyunlarına isabet edecek deve kurdu gönderecektir. Böylece bir kişinin ölmesi gibi helak olarak sabahlıyacaklardır. Sonra Nebiyyullah İsâ ile arkadaşları (Turdan) yeryüzüne inecekler. Yeryüzünde onların  Iaşe ve pislikleri  ile dolmadık bir karış yer bulamıyacaklardır. Nebiyyullah İsa ile arkadaşlar, yine Allah'a niyaz edecekler, Allah da Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderecek, bu kuşlar onların cesetlerini yüklenerek Allah'ın dilediği yere atacaklardır. Sonra AlIah öyle bir yağmur gönderecek ki, ona ne kerpiç ev ne de çadır mâni olabilecektir. Bu yağmur yeryüzünü yıkayacak, onu ayna gibi yapacaktır. Sonra yere mahsulünü bitir, bereketini tekrar getir, denilecektir, işte o gün cemaat nar yiyecekler ve onun kabuğu altında gölgeleneceklerdir. Süt'e bereket verilecek hatta yeni doğurmuş bir deve sürülerce insanlara yetecek; yeni doğurmuş bir sığır insanlardan bir kabileye yetecek. Yeni doğurmuş bir koyun akrabadan bir oymağa kâfi gelecektir. Onlar bu halde iken, Allah güzel bir rüzgâr gönderecek, bu rüzgâr onları koltuklarının altlarından yakalayacak, her mu'minin ve her müslümanın ruhunu kabzedecek, insanların kötüleri kalarak yeryüzünde eşekler gibi alenen çıftleşeceklerdir. İşte kıyamet bunların üzerine kopacaktır.»

 

 

111 - (2937) حدثنا علي بن حجر السعدي. حدثنا عبدالله بن عبدالرحمن بن يزيد بن جابر والوليد بن مسلم. قال ابن حجر: دخل حديث أحدهما في حديث الآخر عن عبدالرحمن بن يزيد بن جابر، بهذا الإسناد. نحو ما ذكرنا. وزاد بعد قوله " - لقد كان بهذه، مرة، ماء - ثم يسيرون حتى ينتهوا إلى جبل الخمر. وهو جبل بيت المقدس. فيقولون: لقد قتلنا من في الأرض. هلم فلنقتل من في السماء. فيرمون بنشابهم إلى السماء. فيرد الله عليهم نشابهم مخضوبة دما". وفي رواية ابن حجر "فإني قد أنزلت عبادا لي، لا يدي لأحد بقتالهم".

 

{111}

Bize Ali b. Hucr Es-Sa'dî rivayet etti. (Dediki): Bize Abdullah b. Abdirrahman b. Yezîd b. Câbir ile Velid b. Müslim rivayet ettiler. ibni Hucr dediki: Bunların Abdurrahman b. Yezid b. Cabır den bu isnadla yukarda zikrettiğimiz gibi rivayet ettikleri hadîsleri birbirine girmiştir. O:

 

«Gerçekten bu yerde bir zamanlar su vardı...» cümlesinden sonra şunu da ziyâde etti. Sonra yürüyecekler, tâ ağaçlı dağa varacaklardır. Bu dağ beyt-i makdis dağıdır. Gerçekten yeryüzündeki bütün insanları öldürdük. Haydi semadakileri öldürelim, diyecekler ve oklarını gökyüzüne atacaklar; Allah da onların oklarını kana bulanmış olarak geri çevirecektir.»

 

İbni Mucur'un rivayetinde :

 

«Ben bazı kullarımı indirdim. Onları öldürmeye kimsenin eli varmaz.» cümlesi vardır.

 

 

İzah:

«Onun hakkında alçalma yükselme yaptı...» cümlesine ulema iki türlü mânâ vermişlerdir. Birinci kavle göre, onu hem tahkir etti, hem yükseltti yâni; büyülttü manasınadır. Körlüğünü ve Allah'ı hiçe saymasını söylemesi tahkirdir. Fitnesini ve hârikalar göstererek insanların başına belâ kesilmesini söylemesi de büyültmesidir. İkinci kavle göre cümleden murad; konuşurken sesini alçaltıp yükseltmesidir. Uzun konuşarak yorulmuş, istirahat için biraz sesini alçaltmıştır. Sonra anlattıklarını herkese işittirmek için sesini yükseltmiştir.

 

«Ahvefünî» kelimesindeki vikaye nunu üzerinde ulema söz etmişlerdir. Bazıları bu kelimeyi sadece «Ahvefu» şeklinde rivayet etmişlerdir. Mânâca ikisi de bir ve ikisi de doğrudur. Fakat Nevevî diyor ki: «Üstadımız İmam Ebû Abdillah b. Mâlik (Rahimehullah) bu hadîsin hem lâfzı, hem mânâsı üzerinde söz etmeye ihtiyaç olduğunu söyledi. Lâfzı, ahvefû kelimesinin nunu vikaye ile mütekellim yasına izafe edildiği için söz götürür. Bu mutad değildir. Ve sadece müteaddı fiillere mahsustur. Fakat buna cevab verilmiş, esas İtibariyle bunda da nûnun isbatı gerekirdi, lâkin terkedilmiş bir kaidedir, denilmiştir. İsmi tafdîl sigasının fiile bahusus teaccûb fiiline benzerliği vardır. Binâenaleyh sonuna nunu vikaye getirilmesi caizdir. Kelimenin ahvefülî mânâsında kullanılmış olması da ihtimal dahilindedir. Bu takdirde nûn lamdan ibtal edilmiş olur. Ahvefülî cümlesi benim için daha korkunçtur manasınadır.»

 

Halle, meşhur rivayette noktasız hâ ile tespit.edilmiştir. Semt mânâsına gelir. Bazıları bunun hüzün yeri ve kayalık mânâsına geldiğini söylemişlerdir.

 

Bir günün bir sene, bir günün bir ay ve bir günün bir hafta olmasını ulemâ zahiri mânâsı üzere kabul etmişlerdir. Çünkü hadîsde sair günlerinin mutad günler gibi olacağı bildirilmiştir. Ashab bu uzun günlerde namazlarını nasıl kılacaklarını sorunca Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir gün mikdârı takdir edip, o miktar içinde beş vakit namazlarını kılmaları lâzım geldiğini tenbih buyurmuştur. Yâni; fecir doğduktan sonra sair günlerdeki mutad zaman geçtikten sonra öğleyi kılacaklar. Öğle ile ikindi arasındaki zaman miktarı geçince ikindiyi kılacaklar. Diğer namazlarda da buna göre hareket edeceklerdir. Kaadi Iyâd ile ulemâdan bazıları :

 

«Bu hüküm o güne mahsustur. Bunu bize şeriat sahibi mesrû kılmıştır. Bu hadîs olmasa da mesele bizim içtihadımıza bırakılsa, biz diğer günlerde olduğu gibi, o uzun günde de vakit geldikçe o vaktin namazını kılar ve sadece beş vakit namazla iktifa ederdik.» demişlerdir. Maamafih mes'ele ihtilaflıdır. Bir takım ulemâ: «Vakit müeddanın zarfı, edasının şartı, nefsi vucubunun sebebi zâhirisidir. Şart bulunmayınca meşrut da bulunmaz. Binâenaleyh gerek bu uzun günlerde, gerekse kutuplar gibi gece ile gündüzün altışar ay devam ettiği yerlerde vakit bulunmadığı için namaz da farz değildir.» demişlerdir. Onlara göre altı ay devam eden günde sadece beş vakit namaz kılınacak, demektir. Sâir ulemâ ise bu hadîsle istidlal ederek, bu yerlerde oraya en yakın mutad günü ve gecesi olan bir beldenin günleri miktarı zaman ayrılarak, o zamanın içinde yukardaki takdire göre beş vakit namaz kılınacaktır. Fetva bu kavle göredir. İhtiyat da budur.

 

Hz. İsâ'nın ineceği bildirilen Akminâre, Şam'da hâlen mevcuttur.

 

Lüd kapısı Beyt-i Makdise yakın bir beldedir. Hz. İsâ'nın yanına gelen kavmin yüzlerini silmesi hakkında Kaadî Iyâd: «İhtimal bu hakikattir. Onların yüzlerini teberrüken silmiştir. Fakat onların korku ve şiddetlerini gidermek için bir işaret olması ihtimâli de vardır.» diyor.

 

Tehârûc: İnsanların gözü önünde eşeklerin yaptığı gibi kadınlarla cim'a etmektir.